1973 Perspektifinden Enerji Krizi
içindekilere geri dönKüresel çapta yaşanan doğal gaz sıkıntısı, artan taleple birlikte Ekim ayında daha da kritik seviyelere ulaşırken, yaşanan sıkıntının ortadan kalkmasına yönelik ufukta herhangi bir emare de görünmüyor. Benzer bir kriz, petrol fiyatlarının üçe katladığı ve dolayısıyla da yeni nükleer tesislerin inşaat ölçeğinin arttığı 1973 yılında yaşanmıştı. Gelin meseleye biraz daha yakından bakalım ve mevcut süreçlerin 50 yıl önceki süreçlere ne kadar benzediğini ve yeni reaktörlerin inşasının dünya çapında büyümesinin beklenip beklenmediğini birlikte görelim.
Krizin Nedenleri
“Amerikan petrol rezervlerinin azaldığı ve aynı anda hem Amerikan ithalatının hem de dünya çapındaki enerji kullanımının çarpıcı bir şekilde arttığı bir dönemde, dünya çapında bir ekonomik patlama ve yüksek enflasyon yaşanırken, kaynak kullanımı daha da artıyordu. Dahası, yeni gelişen çevre bilinci, sanayi dünyasındaki kamu politikalarının yeniden yapılandırılması ve kurumsal stratejilerde de değişiklikler yapılmasını kaçınılmaz hale getiriyordu.” Bu satırlar, Daniel Yergin’in çok satanlar listesine giren ve 1970’li yılların başında yaşanan olayları kaleme aldığı “The Prize: The Epic Quest for Oil, Money, and Power” adlı kitabından. O yıllarda yaşanan koşulların 2021 yılının sonbaharında şekillenen durumla benzerliği de oldukça dikkat çekici.
Dünya Bankası’nın Haziran ayında yaptığı tahmine göre, küresel ekonominin 2021 yılında %5.6 büyüyerek, son 80 yılda yaşanan durgunluk sonrası en hızlı toparlanmayı göstermesi bekleniyor. Çin’in %8,5 ile en hızlı büyüyen ülke olması beklenirken, yılın ikinci yarısındaki yavaşlamaya rağmen, Çin hala %8’lik bir büyümenin ulaşılabilir olduğuna inanıyor. Dünya Bankası tahminlerine göre Hindistan %8,3, ABD %6,8 ve Arjantin %6,4’lük bir büyüme yakalayacak. Her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ‘çift haneli büyüme’den bahsetse de Dünya Bankası’nın Türkiye için beklentisi %5. Rusya’ya gelince, IMF, GSYİH için büyüme beklentilerini yükselterek, %4,4’ten %4,8’e çekti.
‘Son derece düşük’ olduğu tahmin edilen Avrupa gaz depolama tesislerinin dolum seviyesi, şu anda en popüler enerji kaynağı olan doğal gaza olan talebin artışına yönelik de çok şey anlatıyor. Avrupa’nın en büyük gaz depolama tesisi Rehden’in Eylül ayındaki doluluk oranı sadece %9,47 idi. Gezegenin diğer tarafında da tüketim artıyor. Çin, Ekim ayında, yıllık %24,6 artışla 9,38 milyon ton doğal gaz ithal etti.
İlginç bir şekilde, şu anki doğal gaz ile 50 yıl önceki petrolü çevresel açıdan bakıldığında bile kıyaslamak mümkün. Daniel Yergin, kitabında, “Çevreciliğin enerji dengesi üzerindeki etkisi çok çeşitliydi. Kömürden geri çekilme hızı artarken, kömüre kıyasla yandıktan sonra çevreyi daha az kirleten petrole olan güven de arttı” diyor. Yakın zamana kadar gaz, karbonsuz bir geleceğe giden yolda bir geçiş enerji kaynağı olarak kabul ediliyordu. Ancak Kasım ayı başlarında, Avrupa enerji pazarında her zaman trend belirleyici olan Almanya’da, doğal gazın enerji kaynağı olacağına dair işaretler verildi (detaylar için aşağıya bakınız).
Yaşanan enerji krizine yönelik yetkililerin önerdiği çözümler de birbirine benziyor. “Takvimler 1973 yılının Nisan ayını gösterirken, Akins, Beyaz Saray’daki yeni görev yerinden bir kez daha denedi. Akins, büyüyen enerji tehdidine karşı, genişletilmiş kömür kullanımı, sentetik yakıtların geliştirilmesi, hızlandırılmış koruma çabaları (radikal bir yakıt vergisi de dâhil) ve hidrokarbonların ötesine geçmek için artan Ar-Ge harcamalarını da içeren birtakım önerilerle dolu gizli bir rapor hazırladı. Fikirleri kuşkuyla karşılandı.” (Not: Kitapta adı geçen James Akins, tam da 1973 yılında yaşanan Petrol Krizi esnasında, ABD’nin Suudi Arabistan Büyükelçiliği görevini yürüten kişidir.) Günümüzde geliştirilen hidrojen üretim teknolojilerinin de aynı amaca hizmet etmesi planlanıyor. Halihazırda elektrik sıkıntısı yaşayan Çin, yerli tüketicilere öncelik vermeyi ve ikinci olarak da yabancı mülkiyetteki tesislere güç sağlamayı teklif ediyor. Japon medyası ise elektriğin yeterli olmadığı durumlarda nasıl dağıtılması gerektiğini tartışıyor. Fuji Haber Ajansı (fnn.jp), kaleme aldığı haberde, “Uluslararası Çevre ve Ekonomi Enstitüsü’nden Sumiko Takeuchi’ye göre, büyük tesislerin faaliyetlerini durdurmasını talep etme olasılığını seçenekler arasında bulundurmalıyız” ifadeleri yer alıyor.
Krizin etkileri
1973 Petrol Krizi, arzın azalması ve buna bağlı olarak petrole yönelik şiddetli bir talep ile kendisini gösterdi. Daniel Yergin, kitabında, “Etrafta korku ve belirsizlik hakimdi ve kendini doğrulayan bir etkisi de vardı. Hem petrol şirketleri hem de tüketiciler, sadece mevcut kullanımları için değil, aynı zamanda gelecekteki kıtlıklara ve belirsizliklere karşı depolamak için de çılgınca ek ürün arayışına girdiler. Panik satın alma, piyasaya ekstra talep olarak yansıyordu” ifadelerini kullanıyor. Yaşanan kriz neticesinde petrol fiyatları, Ekim 1973’ün başlarındaki kriz öncesi seviyeye kıyasla %600 oranında arttı.
Londra Borsasında neredeyse sekiz yıl boyunca 400 USD üzerine hiç çıkmayan ve hatta 2000 yılının ortalarında 1000 m3 başına 100 USD altına inen gaz fiyatları, 1 Ekim 2021’de 1.000 m³ başına 1.200 USD’yi aştı. Şu anda piyasada, anlaşılabilir bir endişe, büyük bir gaz tedarikçisi olarak Rusya’ya yönelik suçlamalar, bu tür suçlamaların çürütülmesi, yapılan toplantılar, daha küçük çaplı kamu hizmeti şirketlerinin kapatılması, üretimin askıya alınması ve bundan sonra ne yapılacağına dair hararetli tartışmalar hâkim.
Odak noktası nükleer
Yeni nükleer tesislerin inşası, 1973 krizinden sonra petrole olan bağımlılığı azaltmanın yollarından biri olarak görülüyordu. Fransa ve Japonya’nın belirlediği strateji buydu. IAEA PRIS’e göre, Fransa, 1980’lerde 43 nükleer reaktörü hizmete soktu. 1980 yılında faaliyete geçirilen reaktörler de dâhil olmak üzere tüm reaktörlerin temeli 1973 yılından sonra atıldı. Aynı dönemde Japonya 17 reaktör ünitesi inşa etti. ABD’de 1980’lerde devreye alınan 47 reaktörden 31’inin temeli ise yine 1973 krizinden sonra atıldı.
Bu noktada, şöyle mantıklı bir soru akla geliyor: Enerji piyasasındaki mevcut durum, nükleer enerji endüstrisi için 50 yıl öncekine benzer sonuçlara yol açabilir mi?
Ekim 1973’ten sonra küresel enerji krizinin çözümünde kilit rol oynayan Henry Kissinger’a bu soruyu sormak için ‘Kissinger Associates’ ile iletişime geçtik (bilindiği üzere, meşhur ‘Watergate Skandalı’ da aynı zamanda patlak verdi ve kamuoyunun Başkan Nixon’a olan güvenini sarsarak, onun durumu etkileme potansiyelini sınırladı). Ancak Bay Kissinger sorularımızı yanıtsız bıraktı.
Ulaştığımız ve sorumuzu ilettiğimiz diğer uzmanlar, çevresel ve ekonomik faktörlerin örtüşmesi nedeniyle bu senaryonun çok olası olduğu konusunda hemfikirdi.
Ukraynalı siyaset uzmanı Dmitri Dzhangirov, şunları ifade etti: “Temelde haklısınız. Her ne kadar kamuoyuna açıklanmasa da dünya açıkça nükleer bir rönesansa doğru ilerliyor. Avrupa Komisyonu’nun İklimden Sorumlu Başkan Yardımcısı ve Avrupa Yeşil Anlaşmasının yüzü Frans Timmermans, AB’nin Bulgaristan’ın nükleer projesini sürdürmesi konusunda kendilerine yardım edeceğini söyledi. İngiltere ve Fransa, nükleer enerjiyi net sıfır stratejilerinin temeli yapacaklarını açıkladılar. Japonya bile nükleer santrallerinin yeniden faaliyete geçmesinin karbon emisyonu hedeflerine ulaşmanın anahtarı olduğuna inanıyor.”
S&P Global Ratings Moskova Derecelendirme ve Altyapı Kıdemli Analitik Direktörü Elena Anankina ise şunları söyledi: “Vardığınız sonuca ben de katılıyorum. Ursula von der Leyen ve Frans Timmermans’ın son zamanlarda söylediklerine ve yazdıklarına bakılırsa, Avrupalı politikacılar gaz ve elektrik fiyatları arttıkça nükleer teknolojiye ilişkin tutumlarını değiştiriyor gibi görünüyor.”
Ekim ve Kasım aylarında yaşananlar, yeni nükleer reaktörlerin büyük ölçekli inşasının küresel bir gerçek olabileceğini gösteriyor.
En iddialı planlar Çin tarafında. Bloomberg’e göre, Pekin önümüzdeki 15 yıl içinde en az 150 reaktör inşa edecek. Bloomberg’te yer alan haberde, “Bu çabanın maliyeti 440 milyar Amerikan doları kadar çıkabilir; 2020’li yılların ortalarında, Çin, dünyanın en büyük nükleer enerji üreticisi olarak ABD’yi de geride bırakacak” ifadeleri yer alıyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 9 Kasım’da ulusa hitaben yaptığı konuşmasında, Fransa’nın on yıllardır ilk kez nükleer reaktör inşasına devam edeceğini söyledi. Yenilenebilir enerji kaynaklarıyla birleştirilen yeni güç reaktörleri, ‘enerji güvenliğini ve yeterli güç arzını sağlayacaktır’. Macron, geçtiğimiz Ekim ayının başlarında, nükleer istasyonların elektroliz yoluyla yeşil hidrojen üretmek için kullanılabileceğini söyledi. Bu amaçla küçük bir modüler reaktör ve iki ‘mega tesis’ inşa edilecek.
Ayrıca yine Ekim ayında, 10 Avrupa ülkesinin (Bulgaristan, Hırvatistan, Finlandiya, Fransa, Macaristan, Polonya, Romanya, Slovakya, Slovenya ve Çek Cumhuriyeti) yetkilileri, Avrupa’nın önde gelen gazetelerinde, insanları enerji fiyatlarının değişkenliğinden korumak için nükleer enerjinin daha geniş bir şekilde kullanılması ve nükleer enerjinin Avrupa Taksonomisine dahil edilmesi çağrısında bulundukları ortak bir bildiri yayınladılar. Yayınlanan bildiride, “Nükleer enerjinin 2021 yılı sonuna kadar Avrupa Taksonomisine dahil edilmesi kesinlikle kaçınılmazdır” ifadeleri yer alıyor. Bildiriye kaleme alanlar, nükleer üretimin çoklu faydaları ile gereksinimlerini destekliyor. “Nükleer temiz, güvenli, bağımsız ve rekabetçi bir enerji kaynağıdır. Biz Avrupalılara katma değeri yüksek sektörü geliştirmeye devam etme, binlerce nitelikli iş yaratma, çevresel hedeflerimizi güçlendirme ve Avrupa’yı strateji ve güç açısından özerk hale getirme şansı veriyor. Bu kritik fırsatı kaçırmayalım.”
Yeni nükleer tesislerin inşası İngiltere’de de gündemi işgal ediyor. Bloomberg, Galler’deki Wylfa nükleer istasyonunun inşasına devam etme planlarını analiz ettiği yazısında, şu ifadelere yer veriyor: “Hükümet, bir yandan nükleerin bu yüzyılın ortasına kadar net sıfır emisyona ulaşılması hedefinin kritik parçası olduğunu belirtirken, bir yandan da büyük ölçekli projeler inşa etmek için mücadele veriyor. Atom enerjisine yönelik en son hamle, İngiltere’nin enerji kriziyle mücadele etmesi ve artan doğal gaz ve elektrik fiyatlarının bu kış elektrik kesintisi riskini artırmasıyla birlikte kendini gösteriyor.”
Bununla birlikte, tüm Avrupa ülkelerinin yeni reaktörler inşa etmenin gerekli olduğu inancını paylaştığını da söyleyemeyiz. Elena Anankina, “Almanya, Belçika ve İsviçre’de nükleer enerjinin aşamalı olarak kaldırılmasına yönelik siyasi kararların geri çekilebileceğini veya durdurulabileceğini çok da düşünmüyorum” diyor.
Almanya’nın enerji sisteminin güvenilirliği pahasına bile nükleer üretimi elinde tutma konusundaki isteksizliği, doğal gaza doğrudan erişim ve doğal gaza öncelik verilmesi hususuyla açıklanabilir. Deutsche Welle’de yer alan bir haberde, şu ifadelere yer veriliyor: “Almanya, doğal gazla çalışan yeni enerji santrallerinin inşasına başlayacak. Bu santraller, nükleerin aşamalı olarak durdurulması ve kömürle çalışan ünitelerin kapatılmasının ardından yenilenebilir kaynakların desteklenmesini sağlayacak. Bu, henüz kurulmamış bir sonraki Alman hükümetinin stratejik bir planı gibi görünüyor ve ülkedeki büyük işletmeler tarafından da açıkça destekleniyor”. Almanya’nın yeni Başbakanı Olaf Scholz’un sözlerini aktaran DW, şu ifadelere yer veriyor: “Daha uzun bir süre doğal gaz kullanmaya ve doğal gazla çalışan yeni santraller kurmaya devam edeceğiz, çünkü bu santraller değişim sürecini başarıyla tamamlamamıza yardımcı olacak.” Rakamlar, artan talebi karşılamak için mevcut 31 GW olan gaz üretim kapasitesinin 2030’da 74 GW’a çıkması gerektiğini gösteriyor.
Dmitri Dzhangirov, nükleer santrallerin, her şeye rağmen, neticede herhangi bir gaz borusuna bağlı olmamak gibi bir avantajı olduğunu da kaydediyor. Bir nükleer istasyon herhangi bir yere inşa edilebilir ve bu nedenle Alman gaz tüccarlarının iştahıyla ilgilenen diğer ülkeler için de ilginç olmanın da ötesine geçebilir.
Gaz ve nükleer arasındaki rekabet, ulusal endüstrilerin ve yerel tesislerin yeteneklerini de hesaba katmalıdır. Bir başka ifadeyle, bir ülke bir nükleer santral için makine ve teçhizatın çoğunu yerli imkanlarıyla üretebilirse, nükleer enerji geliştirmekten çok daha fazla fayda sağlamış olacaktır. Bu, Japon medyasının ülkedeki nükleer canlanmayı desteklemek için dile getirdiği argümanlardan biri. İnternette plaza.rakuten.co sitesinde, “Japon nükleer santrallerindeki yerli katkı oranı yaklaşık %99 iken, güneş panellerinin yaklaşık %85’i Çin’den ithal edilmektedir” ifadeleri yer alıyor.
Özetlemek gerekirse, tıpkı 50 yıl öncesinde olduğu gibi, ekonomik büyüme ile artan talebin neden olduğu enerji krizi, yeterli kaynak ve yetkinliklere sahip ülkelerde yeni reaktörler inşa edilmesi kararıyla sonuçlanmış görünüyor. Nükleer konusunda henüz geniş bir kamu desteğine sahip olmayan (Japonya veya Kazakistan gibi) veya finansal kaynakları ve teknolojik yeterlilikleri olmayan (Orta Avrupa ülkeleri gibi) diğer ülkelerin ise daha fazla destekleyici faktöre ihtiyacı var. Bu ülkelerin ilk olarak, kamuoyunun farkındalığını arttırmaları ve güvenini kazanmaları gerekiyor. İkinci olarak, nükleer enerjinin, sübvansiyonlu finansmana erişimi kolaylaştırması bakımından Taksonomiye dahil edilmesi gerekiyor.
Peki ya ABD? Yeni nükleer tesislerin inşasına yönelik kararlar, nükleer santral kurabilecek veya müşterilere sunulabilecek reaktör teknolojilerine sahip bir şirketin (kamu hizmetleri şirketleri) olmaması nedeniyle sendeliyor. ABD’de yakın zamanda herhangi bir nükleer santral inşa edilmedi. Watts Bar Nükleer Santralindeki Ünite 2 reaktörü, 21’inci yüzyılda ABD’de hizmete giren tek yeni reaktör olma özelliğine sahipken, Ünite 1 reaktörü ise 1996’ya kadar uzanan eski bir geçmişe sahip. Ancak bu durum değişebilir, öyle ki, ABD Başkanı Joe Biden, Kasım ayı ortasında, nükleer santrallerin hizmetten çekilmesini önlemek için harcanacak 6 milyar USD ve yeni nükleer enerji projesine ayrılan 2,5 milyar USD da dâhil olmak üzere, toplamda 1,2 Trilyon USD tutarında bir altyapı faturası imzaladı.
Böylece, nükleer teknolojinin enerji güvenliği, karbon nötrlüğü ve temiz hava ve temiz su içeren sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılmasına yardımcı olabileceği kabul edilmelidir. İhtiyacımız olan tek şey, teknolojik ve politik tarafsızlık. Bırakalım da uygun donanıma sahip olanlar yeni nükleer santraller inşa etsinler.