Nükleer Enerjide İş birliği
içindekilere geri dönBu bölümde genellikle nükleer teknoloji ve enerji üretimindeki küresel trendlere yer verilse de bu kez Rosatom hakkında (büyük ölçüde hayali) Rusya ile ilişkili herhangi bir şeyden “bağımsızlık kazanma” eğilimi bağlamındaki konular ele alınacaktır. Şubat ayı sonlarında, İngiliz Nature dergisi dünyanın Rosatom’a bağımlılığına yönelik bir makale yayımladı. Ancak gerçekler, pragmatizmden ve iyi niyete dayalı iş birliğinden bahsetmenin daha doğru olacağını gösteriyor.
Makale, “üretimi ve dağıtımından enerji teknolojilerinin ve politikalarının toplumlar üzerindeki etkilerine kadar enerjiyle ilgili en iyi araştırmaları yayınlayan aylık, yalnızca internet üzerinden yayınlanan bir dergi’ olan Nature Energy’nin internet sayfasında yayımlandı.
Rus nükleer şirketinin küresel nükleer enerji endüstrisi için önemi, yayımlanan makalede değinilen en kabul edilebilir noktayı teşkil ediyor. Makalede, kuruluşundan bu yana Rosatom’un uluslararası nükleer enerji piyasasında giderek daha aktif hale geldiği ve kilit role sahip hizmetlerin önde gelen sağlayıcısı haline geldiği belirtiliyor. 2007 ile 2017 arasında 10 adede kadar reaktör ünitesinin inşaatına başlandı ve şirket, 2009 ile 2018 arasında dünya çapında verilen 31 siparişin 23’ünü ve inşa halindeki ünitelerin yaklaşık yarısını üstlenmişti. Rosatom, yan kuruluşu TVEL aracılığıyla, hizmetten çıkarma ve atık bertarafının yanı sıra dünyadaki uranyum dönüşümünün %38’ini ve uranyum zenginleştirme kapasitesinin %46’sını kontrol ederek yakıt tedariki de sağlıyor. Makalede, “Özetle Rusya, 2000 ile 2015 yılları arasında nükleer santral inşası, reaktör ve yakıt temini, hizmetten çıkarma veya atıkla ilgili tüm uluslararası anlaşmaların yaklaşık yarısında tedarikçi konumunda idi. Başlıca nükleer enerji rakipleri olan Çin, Fransa, Japonya, Kore ve Amerika Birleşik Devletleri, toplamda %40’lık bir paya sahipti” ifadeleri yer alıyor. Ne Fukuşima kazası ne de siyasi kriz Rosatom’un pazardaki konumunu etkilemedi.
Ancak makalede 2018’den sonra herhangi bir veriye atıfta bulunulmaması da dikkat çekiyor. Bu boşluğu biz dolduralım. Rosatom’a bağlı bir alt şirket olan AtomEnergoProm’un 2021 yılı raporuna göre şirket, uluslararası NGS inşaat projeleri (35 reaktör) ve uranyum zenginleştirme (dünya pazarının %38’i) açısından dünya lideriydi ve uranyum rezervi ve uranyum madenciliği (dünya pazarının %15’i) konusunda dünya çapında ikinci, nükleer yakıt üretimi açısından ise üçüncü (dünya pazarının %17’si) sırada yer alıyordu. O yıldan bu yana Rusya’ya uygulanan binlerce yaptırıma rağmen sadece Finlandiya Rosatom ile bir üç santrali inşaat projesini askıya aldı ve üzerinde çalışılan kurumsal portföyü 34 santrale indirdi.
Makalede ayrıca Rosatom’un ana avantajının, tüm ihtiyaçlar için “tek noktadan nükleer alışveriş merkezi” olma kapasitesinde yattığı ve “her şey dahil sistemi” sunan tek tedarikçi olması vurgulanıyor. Makalede, “Rosatom’un projelerini tasarlama şekli de şirketi nükleer enerjiye yeni atılanlar için uygun bir ortak haline getiriyor. Sözleşmeye dayalı anlaşmaların ayrıntıları duruma göre değişirken, geliştirici, tesis kullanıma hazır olana ve işletilmesi için yerel (Rusya’da eğitim almış) nükleer uzmanlara teslim edilene kadar tüm süreçle ilgilenir” sözlerine yer veriliyor ki bu da doğru.
Mantık yok
Makalede sunulan argümanlar üzerinden gidersek, bu güçlü yönler Rosatom’a nükleer inşaat projelerini “siyasi baskı uygulamak ve küresel olarak gücünü artırmak” için kullanma fırsatı veriyor. Ama öncelikle, “Rusya siyasi baskı uyguluyor” ifadesi doğrudan “Rosatom’un güçlü yanları var” ifadesinden kaynaklanmıyor. Bir ifadeden diğerine mantıklı bir geçiş olmalı ancak bunu da göremiyoruz. Dahası, bir sonraki cümle tamamen zıt bir ifadeye yer veriyor: “Rosatom’un davranışını ve Rus devletiyle ilişkisini inceleyen Minin ve Vlček, şirketin öncelikle yüksek derecede özerkliğe ve artan kendi kendine yeterliliğe sahip, kâr peşinde koşan bir varlık olduğunu savunuyorlar.” S. Thomas’ın Rosatom’un tüm projelerini tamamlayamaması hakkındaki makalesinin özetinde, yukarıdaki ifade ne doğrulanmış ne de çürütülmüş durumda, bu sadece farklı bir konuya yönelik bir yazı olma niteliği taşıyor. Dolayısıyla, makalenin mantıken tutarsız ve zaman zaman çelişkili olduğu iddia edilebilir.
Hatalar ve tutarsızlıklar
Nature dergisinde yer alan makalede gerçeklere yönelik hatalar da bulunuyor. Örneğin, Tarapur Güç Santrali Rosatom’un projelerinden biri olarak belirtiliyor. Aslında, bu santralin kaynar su reaktörlü ilk iki güç ünitesi ABD şirketleri, ağır su reaktörlü diğer iki ünite Hintli şirketler tarafından inşa edildi.
Makalede önce “Rosatom’un 29 ülkede 73 kadar farklı projeyle övündüğü”, ardından birkaç satır aşağıda “Rusya’nın nükleer enerji diplomasisinin 54 ülkede resmiyet kazandığı” iddia ediliyor. İkinci rakam gerçeğe daha yakın.
Makaleyi kaleme alanlar ayrıca 2022’de Ukrayna’daki çatışmaların Finlandiya’daki ve ayrıca Ürdün ve Slovakya’daki NGS inşaat projelerinin iptaline neden olduğunu iddia ediyorlar. Bu iddia yanlış. Ürdün 2018’de büyük bir nükleer santral yerine küçük bir modüler reaktöre (SMR) ihtiyaç duyduğuna karar verdi ve geçen mayıs ayında bir SMR projesini hayata geçirmek için Rosatom’un bir parçası olan Rusatom Overseas ile bir anlaşma imzaladı. Müzakereler devam ediyor. Slovakya’daki nükleer camia iddiaya muhtemelen şaşıracak çünkü VVER-440 reaktörlü Mochovce 3, 31 Ocak’ta devreye alındı. Aynı tip reaktöre sahip Mochovce 4’ün yakında şebekeye bağlanması bekleniyor. Bu, Slovakya’nın 2022’nin tamamını Rus tasarımı ünitelerin inşasını tamamlayarak geçirdiği anlamına geliyor.
Diğer taraftan baskı
Nature dergisinde kaleme alınan makale, Slovakya ile ilgili başka bir hata da içeriyor. Yazarlar, Slovakya’nın AB tarafından getirilen uçuş yasağına rağmen nükleer yakıtlı Rus uçaklarının havaalanına inişine izin verdiğini hatırlatıyor. Bu örnek, “TVEL/Rosatom’dan (Bulgaristan, Çekya ve Finlandiya ve Polonya’nın araştırma reaktörüne tedarik sağlamaya devam eden) nükleer yakıt ithalatına bağımlılık, güç sistemi katılığı ve tek bir büyük nükleer santrale aşırı bağımlılık ile birleştiğinde, tedarik kesintilerine karşı savunmasızlığı artırıyor” ifadesinin ispatı niteliğinde. Ama tam tersini gösteriyor. Slovakya’nın savunmasızlığı, TVEL tedariklerine olan bağımlılığı nedeniyle değil, Rusya’dan gelen uçaklara sahasını kapatan Rusya karşıtı AB yaptırımları nedeniyle daha da arttı.
Polonya’daki araştırma reaktörünün yakıt tedarikine gelince; sözleşme 2015 yılında (Kırım’ın Rusya’ya katılmasından sonra) imzalandı. Bundan önce, Polonya reaktörü Fransa’dan gelen nükleer yakıtla çalışıyordu. Bu ayrıntılar göz önüne alındığında, yakıt tedarik sözleşmesinin kesinlikle bir miras olmadığı kabul edilmeli zira Polonya bir tedarikçi seçmekte özgürdü ve Rosatom’u seçti.
Makalenin yazarları, Rosatom’un nükleer yakıt tedarikindeki başarısızlığına dair tek bir örnek buldu. Bununla ilgili, The Insider web sitesindeki bir makaleye atıfta bulunuyorlar: “2005’te, ‘Turuncu Devrim’ sırasında Ukrayna ve Rus medyasının dikkatinden kaçan bir olay daha oldu. Ukrayna, minicik kürelerle dolu bir dizi kusurlu TVEL düzeneği aldı. Bunları reaktöre yüklemek deformasyona neden olabilirdi ancak Ukraynalı uzmanlar kusuru zamanında tespit ettiler ve düzenekleri üreticiye geri gönderdiler. Kusur resmi olarak Rusya’daki montaj hattındaki başarısızlıklarla açıklandı ve ardından soruşturma durduruldu.”
Bu alıntı, “enerji silahlarına” ayrılan bir yazıda bile olaya teknik bir arızadan öte bir anlam atfetmenin imkânsız olduğunu gösteriyor. Turuncu Devrim’in arkasında, enerji endüstrisinde, çok daha az nükleer endüstride siyasi baskı uygulamaya yönelik en ufak bir girişim bile gözden kaçmazdı. Şimdi ona atıfta bulunmak (makale 2022 sonbaharında yayınlandı) gölge oyunundan başka bir şey değil.
Özetlemek gerekirse, Nature dergisindeki makale ve bilgi kaynakları, Rusya’nın nükleer enerji endüstrisi aracılığıyla nasıl siyasi baskı uyguladığına dair Rosatom’un tüm tarihinde en ufak bir inandırıcı örnek bile vermiyor.
Gerçekçi mi?
Makale, duyurulan tüm projeler 2040 yılına kadar tamamlanırsa Rus tasarımı nükleer santrallerin üretebileceği potansiyel güç payına ilişkin infografikler ve “Rusya ile Nükleer İş Birliği Düzeyleri” başlıklı bir sıralama tablosu etrafında kurulmuştur. Bu tablo, durum hakkında en ufak bilgiye sahip herkes için gülünçtür. Rosatom’un bir yap-sahip ol-işlet modeli kapsamında Akkuyu’da dört reaktörlü bir nükleer santral inşa ettiği Türkiye ile Rosatom’un hiçbir inşaat projesinin olmadığı İspanya nasıl karşılaştırılabilir? Bununla beraber İspanya ile iş birliği düzeyi, Rus tasarımı bir nükleer santral işleten ve bir tane daha inşa etmeyi düşünen Ermenistan ile iş birliğinden nasıl daha yüksek olabilir?
İnfografikleri ele alırsak, bu grafiklerde yer alan notlar da bazı soruları akla getiriyor. Elektriğinin çoğunu Rusya’nın tasarladığı nükleer santrallerde üreten ülkelerle ilgili bir paragrafta, “Avrupa Birliği ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ndeki ortakları arasında önemli bir sorun‘” olduğundan bahsediliyor. Elektriğinin bir kısmı Rusya tarafından tasarlanmış santrallerden elde eden ülkelerin yer aldığı paragrafta ise, “başta İsrail ve ABD’de olmak üzere bazı uluslararası sorunlar” olduğu belirtiliyor. Metinden, bağımlılık derecesinin, enerji karışımındaki Rus kaynaklı nükleerin payından çok, üçüncü tarafların ilgi derecesine göre belirlendiği anlaşılıyor.
Genel anlamda, bağımlılık tahminleri tutarsız. Örneğin, arzın payı yüksek ancak iş birliği düzeyi orta düzeyde olabilir. Bir miktar bağımlılık var gibi görünse de Ukrayna örneği bağımlılığın üstesinden gelinebileceğini gösteriyor. Bir başka örnekte ise iş birliği düzeyi yüksek ancak elektrik arzındaki payı düşük olarak veriliyor. Bu bilgi tek makul sonuca varmamızı sağlıyor: İş birliğinin derecesi, yani nükleer enerji güvenliği üzerindeki potansiyel etki, Rus tasarımı reaktörlerden gelecek elektrik arzı miktarıyla ve hatta olarak siyasi nüfuzla ilişkili değil.
Son olarak en önemli nokta olan enerji silahlarına bakalım. Nature dergisindeki makalenin yazarları, nükleer enerji silahlarına ilişkin yorumlarını Karen Smith Stegen tarafından verilen tanıma dayandırıyor: “‘Enerji silahı’ terimi, bir enerji tedarikçisi devletin kaynaklarını, müşterilerini cezalandırmak veya zorlamak (veya bazen her ikisinin kombinasyonu) için siyasi bir araç olarak kullandığı anlamına gelir.”
Ancak nükleer santrallerin inşası ve nükleer yakıt temini ile ilgili mevcut durum farklılık teşkil ediyor. Siyasi bir cezalandırma ve baskı aracı olarak silahlar, üçüncü şahıslar tarafından hem müşterilere hem de tedarikçilere karşı kullanıldı. AB hava sahasını kapatıyor ve yakıt alan ülkeler tedarik sorunları yaşıyor. ABD yaptırım uyguluyor ve Ruppur Nükleer Santrali için kargo taşıyan hiçbir gemi Bangladeş sularına giremiyor. Ancak Rosatom çalışanlarının ve diğer ülkelerin nükleer camiasının yüksek profesyonelliği sayesinde, nükleer santraller inşa edilmeye ve Rus tasarımı reaktörlerle temiz enerji üretimi sağlamak için yakıt üretimine devam ediliyor.
Siyasi cezalandırma ve baskı aracı, örneğin, Rivne Nükleer Santrali’ne yakıt teslim eden nakliyecilere karşı kullanıldı. Söz konusu nakliyeciler bir ay rehin tutuldular ve sivil olmalarına rağmen sonunda savaş esiri olarak takas edildiler. Rivne NGS’nin “bağlı olduğu” yakıtın iade edilmediğini de belirtmek gerek.
En yüksek riske sahip olduğu değerlendirilen malzemelerle ilgili varsayımsal sorunlardan bahsetmişken, bazı önemli noktaların altını çizmekte fayda var. Birincisi, nükleer yakıt döngüsünün hidrokarbon piyasasından veya siyasetteki karar alma sürecinden farklı bir hızda hareket ettiğini defalarca vurguladık. Yakıt ikmali her 12 ila 24 ayda bir yapılıyor. Yakıt genellikle sahaya planlanan yakıt ikmalinden yaklaşık bir ay önce teslim ediliyor, bu nedenle en son aşamayı beklemek her zaman mümkün. Ayrıca, prensip olarak reaktör çekirdeğindeki yakıt düzeneklerinin işletim süresini birkaç ay uzatmak için yeniden düzenlenmesi olasılığı da bulunuyor. İkinci olarak, eleştirmenler, Rosatom’un siyasi baskı veya siyasi sonuçlar elde etmek için kasıtlı olarak sorun yarattığı herhangi bir vakayı (ne 2007’den sonra ne de önce) asla ortaya çıkaramadılar çünkü bu asla olmadı.
Bazı sonuçlar
Nature dergisinde yer alan bu makale tamamen bir dil manipülasyonu. Sistematik ve kâr amaçlı iş birliğine, olumsuz çağrışımlar içeren bir kelime olan “bağımlılık” deniyor. Makale tahminler ve hesaplamalar içeriyor ancak Rosatom’un kötü niyetini veya siyasi baskısını gösteren hiçbir gerçek sunmuyor. Gerçeklerin yer almadığı makaledeki fikirler “Rosatom tehlikeli” ifadesinden “Rosatom’a bağımlılık abartı” ifadesine atlıyor ve “Rosatom’dan kurtulmak mümkün ama çok zaman alacak” ifadesi üzerinde yoğunlaşıyor.
Ve para, diye de ekleyebiliriz. Rosatom’un müşterilerinin sözleri, tedariklerin ve genel olarak Rosatom ile iş birliğinin, her şeyden önce iş ve teknoloji açısından kendileri için faydalı olduğunu kanıtlıyor. İşte yeni bir örnek. Kraliyet Teknoloji Enstitüsü (İsveç) Profesörü ve kurşun soğutmalı SMR geliştiren Blykalla’nın Baş Teknoloji Sorumlusu (CTO) Janne Wallenius, Radyo Ekot’a yaptığı açıklamada, reaktör için yapısal malzemelerin test edilmesinde Rosatom ile iş birliğini askıya aldıklarını söyledi. Belçika’daki bir araştırma reaktörü Rusya’da test yapmaya bir alternatiftir ancak bu daha uzun sürecek ve üç kat daha pahalı olacaktır. Ancak İsveçli nükleer mühendisler Rusya ile iş birliğini sürdürmeyi umuyor. İsveçli bilim adamı, “Savaşın sona ermesini bekliyoruz” dedi.
Kabul edilmelidir ki dünyada gelişmiş nükleer teknolojiye sahip çok az ülke var. Bir ülke, ekonomik kalkınmayı da teşvik eden bu temiz ve güvenilir güç kaynağına sahip olmak istiyorsa, bunu kendi başına geliştirebilir veya hazır teknoloji satın alabilir. Ancak ilk seçenek, iş birliğini de içeriyor. Çin’in tarihi ve yukarıda bahsedilen İsveç örneği, nükleer endüstrinin ortaklıklar içinde geliştiğini gösteriyor. Bir tedarikçiyle bağlarınızı koparırsanız, bağımsız hale gelmezsiniz, sadece başka bir tedarikçiye bağımlı hale gelirsiniz ve çoğu zaman bu zararınıza olur. Doğal gaz bu konuya dair güzel bir örnek teşkil ediyor. Avrupa ülkeleri Rus gazını almayı reddettiler ve daha pahalı ABD LNG’si almaya zorlandılar, bu da ABD’ye enerji konusunda siyasi ve askeri bağımlılığı şiddetlendirdi.
Son olarak, Nature dergisindeki makale, kıtalar boyu (hepsi farklı teknoloji, siyasi sistem ve kültür seviyelerine sahip) çok çeşitli ülkelerin Rosatom’u bir ortak olarak gördüğünü açıkça gösteriyor. Bazı ortaklıklar yıllar önce başlamıştı, bazıları ise bugün başlıyor, imzalanan yeni anlaşmalar hakkında okuyucularımızı düzenli olarak bilgilendiriyoruz. Bunlar da Rosatom ile iş birliğinin bilinçli ve özgür bir seçim olduğunu gösteren en inandırıcı gerçekler.