İklime Zararsızlık için Nükleer
içindekilere geri dönKüresel toplum, enerji karışımı için nükleer enerjinin uygunluğunu tartışmaya devam ediyor. Yenilenebilir enerji kaynakları dışında karbonsuz tek enerji kaynağının barışçıl atom olması, nükleer endüstri için son zamanlarda yeniden ortaya çıkan bariz bir argüman. Emisyonları azaltmak ve iklim zararsız enerji kaynaklarına ulaşmak istiyorsak nükleer üretime ihtiyacımız var.
Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık’ta nükleer enerjiyle ilgili tartışmalar sürüyor. Tartışmaların her geçen gün daha da büyüdüğü aşikâr. Yapılan tartışmalar, mevcut enerji teknolojileri arasındaki rekabetten ziyade, bir iklim felaketinden nasıl kaçınılacağıyla ilgili. Meslek toplulukları, “Gezegenimizi aşırı ısınmadan kurtarabilecek teknolojilerden neden geri çekiliyoruz?” diyerek artan tepkilerini dile getiriyor.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT, ABD) iklim bilimcisi Kerry Emanuel. “Bunun [iklim değişikliğinin] kıyamet olduğunu veya kabul edilemez bir risk olduğunu söylerlerse ve sonra dönüp bundan kaçınmanın en bariz yollarından birini [nükleer enerji] ekarte ederlerse, sadece tutarsız değil, aynı zamanda samimiyetsiz olduklarını da gösterirler,” dedi. Bu alıntı Alman gazetesi Tichys Einblick tarafından yayınlandı, ancak Almanya nükleer enerjiyi mümkün olan en kısa sürede aşamalı olarak kaldırma gayretini devam ettiriyor. Makaleye imza atan Rainer Zitelmann, “Gerçekten de, bize her gün yaklaşan iklim değişikliğini anlatan aynı insanların nükleer enerji konusunda her zaman sessiz kalması çok saçma,” diyerek şikâyetini dile getiriyor. Yazar, nükleere son verilmesinin arkasındaki gerçek nedenin Fukuşima felaketinden ziyade, felaketten sadece iki hafta sonra Baden-Württemberg’deki seçimlerde gelen Yeşillerin (nükleer karşıtı eylemcilerin) zaferi olduğunu ekledi. Yazar, Angela Merkel’in bu durumda daha fazla oy kazanma girişimi olduğuna inanıyor. Almanya “tüm çabalarına rağmen o zamandan beri iklim değişikliğiyle mücadelede pek başarılı olamadığı” için, bunun yanlış bir hamle olduğunu ifade ediyor. Yazarın da belirttiği gibi, Yale Üniversitesi tarafından yayınlanan 2021 Çevresel Performans Endeksi, bazı analistlerin nükleerin aşamalı olarak kaldırılmasının Almanya’nın iklim koruma hedefinden geri kalmasına neden olacağına inandığını söylüyor.
Aynı görüş Fransız politikacılar ve kamuya mal olmuş kişiler tarafından da paylaşılıyor. Nükleer Mirasın ve İklimin Savunması Derneği (PNC-Fransa) Başkanı ve Fransa Ulusal Meclisi eski Başkanı Bernard Accoyer ile WeCARE’in kurucusu Marc Deffrennes, kaleme aldıkları makalede, “Şu anda AB’de neler oluyor? AB, 2050 yılına kadar karbon nötrlüğüne ulaşma ve 2030 yılına kadar CO2 emisyonlarını 1990 düzeyine kıyasla %55 azaltma hedefini belirlemiştir. Yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği önlemlerini teşvik ederek ilerlemektedir. Tüm bu çabalar, AB’nin küresel ısınmayla mücadelede oynamayı planladığı rolle örtüşüyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarının kademeli yaygın kullanımının sürdürülebilir olması gibi efsanelere kapılmayı bırakmamızın zamanı geldi” diye vurguladılar. İkili, sorumlu politikacıların nükleer enerjinin çok düşük karbonlu enerji karışımında oynayacağı rolü kendilerine sormaları ve mevcut nükleer santrallerin ömrünü uzatmak için ellerinden gelenin en iyisini yapmaları gerektiğine inanıyor. Bu, aksi takdirde uzun vadede karbon yakıtlarıyla birlikte devam edecek olan gaza yapılacak başka büyük yatırımlardan kaçınmaya yardımcı olacak. Yazar, düşüncelerini, “Sadece siyasi kaygılarla nükleeri aşamalı olarak bırakan Belçika, asla yapılmaması gerekenlere bir örnektir. Belçika, nükleerin yerine, gazla çalışan enerji santralleri inşa etti ve yalnızca (…) son tüketiciler için elektrik maliyetlerini artıran bir finansman mekanizması kullandı. Mevcut reaktörleri korumanın yanı sıra, tamamen karbonsuz, esnek ve modern bir sisteme daha iyi entegrasyon için daha küçük olanlar da dahil olmak üzere geleceğin reaktörlerini geliştirmeyi asla bırakmamalıyız” şeklinde ifade etti.
Nükleer enerji yanlısı aktivist Zion Lights (İngiltere), Isabelle Boemeke ve Les Voix du Nucléaire Başkanı (Fransız STK) Myrto Tripathi, şunları dile getirdi: “Mevcut iklim krizi yakın ve kaçınılmaz. Bunun yanında, her yıl, 8 milyondan fazla insan fosil yakıtların kirlettiği havayı soluyarak ölüyor. Bu ölümler önlenebilir ve nükleer enerji bu açıdan açık avantajlar sunuyor. Sürdürülebilir enerji geçişini kolaylaştırır, hava kalitesini iyileştirir, yeni istihdam yaratır ve 80 yıla kadar hizmet ömrü olan ve güvenli olan enerji santrallerinde sürekli ucuz yeşil elektrik üretimine olanak tanır.”
Temmuz ayında, Amerikan teknoloji sitesi CNET, emisyonları azaltmak için nükleer endüstriyi geliştirme ihtiyacı hakkında çok sayıda yorum ve veri içeren bir makale yayınladı. Konuyla ilgili açıklama yapan Küresel Sürdürülebilirlik Merkezi Araştırma Direktörü Leon Clarke, “Tüm bunların anahtarı, %100 yenilenebilir kaynaklarla iklim hedeflerine gerçekten ulaşabileceğimizi düşündüğünüz derecedir. Yapabileceğimize inanmıyorsanız ve iklimi önemsiyorsanız, nükleer gibi bir şey düşünmek zorunda kalıyorsunuz” ifadelerini kullandı.
Makalenin yazarı, Fukuşima felaketinden sonra Japonya’nın nükleer santrallerini yenilenebilir enerji yerine kömürle çalışan tesislerle değiştirdiğini hatırlatıyor. Japonya, önümüzdeki beş yıl içinde 22 kömürlü termik santral daha inşa edecek. Öte yandan, New York da aynı yolu izliyor. Clarke, yaptığı açıklamada, “Ancak Indian Point tarafından şimdiye kadar üretilen gücün sağlanmasına yardımcı olmak için kurulan üç doğal gaz santrali sonrasında, tesisin kapanmasının ardından emisyonların artması muhtemeldir. Bu sadece bir tahmin değil, Indian Point’in ilk reaktörünün geçen yıl kapatılmasından sonra doğal gazın enerji tüketimindeki payı %36’dan %40’a yükseldi,” ifadelerini kullandı. Nükleer santralleri yenilenebilir kaynaklarla değiştirme fikri aslında zihinsel bir tuzak, çünkü nihai hedef, teknolojilerle oynamak yerine karbondan arındırma olmalı. New York’ta yaşayan bir Alman girişimci olan Dietmar Detering’e atıfta bulunan makale, “İnsanlar şöyle diyor, ‘Pekâlâ, nükleeri rüzgâr ve güneşle değiştiriyoruz… Ama bence bu geriye doğru bakmaktır. Biz aslında fosil yakıtların yerini almak istiyoruz” ifadelerine yer veriyor.
UNECE’nin Pathways Projesi’nden (“UNECE Üye Devletlerinin Enerjiyle İlgili Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine Ulaşma Kapasitesinin Güçlendirilmesi – Sürdürülebilir Enerjiye Giden Yollar”) alınan verilere dayanan Nükleer Teknoloji İncelemesinde, karbonsuzlaştırma (dekarbonizasyon) için nükleerin önemi gözler önüne serilmiştir. Söz konusu projede, “Taahhüt edilen ile ihtiyaç duyulan arasındaki boşluğu doldurmak için mevcut tüm düşük karbonlu teknolojilerin kullanılması gerekecektir” ifadeleri bulunuyor.
Ancak, nükleer enerji halen eleştirilerle karşı karşıya. Yapılacak olan hızlı bir internet araştırmasıyla, Forbes, Heinrich Böll Vakfı (Alman Yeşiller Partisi’ne bağlı), The New York Times ve benzeri mecralarca yayınlanan kritik makalelere ulaşmak mümkün. Yapılan eleştiriler, ‘nükleer pahalıdır’, ‘çok zaman alır’, ‘nükleer tehlikelidir’ ve ‘müşteriler bir teknoloji satıcısına bağımlı hale gelir’ başlıkları altında toplanabilir.
Bu hususların her birine yapılacak geçerli itirazlar bulunuyor. Önce maliyetlere bakalım. UNECE’nin Karbon Nötr Görev Gücü ve bir grup üst düzey uluslararası uzman tarafından hazırlanan Nükleer Teknoloji İncelemesi, farklı kaynaklardan gelen Seviyelendirilmiş Enerji Maliyetinin (LCOE) genel olarak değil, ülke bazında karşılaştırılması gerektiğini söyleyen önemli bir not içermektedir. Hâl böyle iken, Japonya, Rusya ve Güney Kore’deki bir nükleer santral için LCOE, diğer yenilenebilir kaynaklara kıyasla en düşük seviyededir. Aynı şey Fransa ve ABD’deki nükleer üretim için de geçerlidir. Yapılan araştırmaya imza atanlar, “Dünyanın birçok yerinde nükleer enerji, elektrik üretmek için maliyet açısından en rekabetçi seçeneklerden biridir. Tıpkı diğer üretim teknolojilerinde olduğu gibi, nükleere dayalı elektriğin maliyeti, varsayılan varlık ömrü, kapasite faktörleri, sermaye maliyetleri, yakıt maliyetleri ve işletme maliyetleri dâhil olmak üzere bir dizi faktöre bağlıdır” hususlarına dikkat çekiyor.
Yazarlar ayrıca, tasarım olgunluğunu ve işletme verimliliğini geliştirerek, güvenilir ve öngörülebilir kontrol sağlayarak ve seri üretime başlayarak maliyetlerin daha da düşürülebileceğine inanıyorlar. Bu, FOAK sonrası bir istasyon inşa etme maliyetini %40, seri reaktörleri ise %60 oranında azaltacak. Azaltma, tasarım optimizasyonu, teknoloji yeniliği, düzenleyici prosedürlerin revizyonu ve lisanslama, kodlar ve standartların uyumlaştırılması yoluyla sağlanabilir. Bu, türünün ilk örneği (FOAK) aşaması sonrası bir istasyon inşa etme maliyetini %40, seri reaktörlerin maliyetini ise %60 oranında düşürecek. Maliyetlerin düşürülmesi, tasarım optimizasyonu, teknoloji yeniliği, düzenleyici prosedürlerin revizyonu ve lisanslama, kodlar ve standartların uyumlu hale getirilmesiyle sağlanabilir.
Bir nükleer santralin inşası için gereken süreye gelince, evet, bir yılda inşa edilemeyeceği doğru, ancak beş ila yedi yıl içinde oldukça mümkün. Örneğin, Belarus NGS’nin temeli Kasım 2013’te atıldı ve santral, Kasım 2020’de ulusal elektrik şebekesine bağlandı. İnsanların çoğu, nükleer santral inşa etmenin, bir rüzgâr veya güneş enerjisi tarlasına kıyasla çok daha uzun olduğunu söylüyor. Doğru, ancak daha eski nükleer reaktörlerin tasarım ömrünün 40 yıl olduğunu, bugün ise 80 yıla kadar uzatıldığını da unutulmamalı. Rosatom’un nükleer santrallerinin tasarım ömrü 60 yıl ve bu süre 80 ve hatta muhtemelen 100 yıla kadar da uzatılabilir. Bir başka ifadeyle, tek bir nükleer enerji santrali, birbirini izleyen üç ila beş rüzgâr veya güneş enerjisi santralinin çalıştığı süreye denk bir zaman diliminde hizmet veriyor.
Bir diğer endişe kaynağı da nükleer atıklar. Fransa ve Çin gibi ülkeler bu sorunu çözmeye çalışıyor. Ancak Rusya, ‘kapalı nükleer yakıt çevrimi’ alanında da en aktif oyuncu. Günümüzde bu kavram, sodyum soğutmalı hızlı reaktörler (örneğin, Beloyarsk NGS’de BN-800), kurşun soğutmalı hızlı reaktörler (örneğin, pilot BREST-300 reaktörü) ve VVER reaktörleri için REMIX yakıt olmak üzere çeşitli şekillerde uygulamaya koyuluyor. Nükleer yakıt döngüsünün kapatılması, uranyum enerji kapasitesinin tam olarak kullanılmasını ve ayrıca atık ve depolama süresinin azaltılmasını sağlıyor. Nükleer Teknoloji İncelemesi, nükleer endüstri tarafından üretilen radyoaktif atıkların yaklaşık %97’sinin radyokimyasal özellikleri açısından çok düşük seviyeli veya düşük seviyeli atıklara ait olduğunu söylüyor. Yüksek seviyeli radyoaktif atıklar, toplam miktarın %0,1’ine denk gelen az bir kısmını oluşturuyor. Finlandiya, yüksek seviyeli atıkları bertaraf etmek için birden fazla güvenlik bariyeri ile yapılandırılmış derin bir jeolojik depo inşa ediyor. Nihayetinde, yüksek seviyeli radyoaktif atıklar bile doğası gereği zamanla daha güvenli hale geliyor.
Güvenlik konusuna değinecek olursak, hiç kendimizi kandırmayalım, nükleer tarihinde (1954’te Obninsk/SSCB’de ilk nükleer santralin açılışından bu yana) sadece üç büyük ölçekli nükleer kaza hafızalarda yer alıyor. Her kaza, güvenlik gereksinimlerinin kapsamlı şekilde yeniden ele alınmasını mecbur kıldı. Bilindiği gibi, Fukuşima felaketinde radyasyon zehirlenmesinden kimse ölmedi. Yapılan kök neden analizi, nükleer santrallerin tasarımında ve işletiminde sayısız iyileştirme yapılmasını sağladı. Nükleer Teknoloji İncelemesinde şu ifadelere yer verildi: “Nükleer tesisler, insanları ve çevreyi radyoaktif madde salınımından korumak için çoklu koruyucu bariyerlerle donatılmıştır. Önerilen bir İngiliz nükleer santrali için düzenleyici gerekçede, İngiltere halkının herhangi bir vatandaşının bir yılda maruz kalacağı radyasyon miktarının, İngiltere’den New York’a yapacağı uçuşta maruz kalacağı miktarla aynı olduğu tahmin ediliyor. Nükleer enerji endüstrisi, çoğu insanın günlük yaşamında maruz kaldığı radyasyonun %0,1’inden bile daha azından sorumludur.”
Yapılan bazı tahminlerde, özellikle kömür, petrol ve hatta doğal gaz ile karşılaştırıldığında, nükleerin neredeyse yenilenebilir enerji kaynakları kadar güvenli olduğunu öne sürülüyor.
İngiltere merkezli bir düşünce kuruluşu olan New Nuclear Watch Institute (NNWI) tarafından yayımlanan “Net-Sıfır Emisyon Çağında Enerji Güvenliği ve Nükleer Enerjinin Sistem Değeri (Energy Security in the Age of Net-Zero Ambitions and the System Value of Nuclear Power)” başlıklı raporda da gösterildiği gibi, bir teknoloji satıcısına (öncelikle siyaset açısından) bağımlılık konusu da abartılıyor. Bu bağımlılık azaltılabileceği gibi, satıcının kendisi için dezavantajlı. Satıcı, inşaat başlamadan önce projeden ayrılırsa, müşteri idari masraflara (örneğin müzakereler) harcanan parayı kaybedecek. Ancak aynı masraflar satıcının hanesine de zarar olarak yazılacak. Dolayısıyla, projeden ayrılma riski oldukça düşük ancak bu konuda Buşehr projesi tek istisna olma özelliğini taşıyor. Bilindiği üzere, Buşehr NGS’nin inşaatı bir Siemens bölümü tarafından 1975 yılında başlatıldı ve 5 yıl sonra siyasi nedenlerle durduruldu. Aradan geçen 12 yılın ardından, 1992 yılında Rosatom devreye girdi ve Eylül 2011’de Buşehr Ünite 1 ulusal elektrik şebekesine bağlandı. Buşehr, bir nükleer inşaat projesinin başka bir satıcı tarafından tamamlanabileceğini de kanıtlıyor. Son olarak, nükleer yakıt tedarik kesintileri riski, rezervler oluşturularak azaltılabilir. Bunun dışında rekabet artık o kadar yoğun ki, sözleşmeden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi söz konusu bile değil.
Özetleyecek olursak, nükleer üretim karbon içermez, güvenilirdir ve hava koşullarından veya yakıt fiyatlarından etkilenmez, sera gazı, kül ve toz emisyonlarını da önler. Olumlu bir siyasi ortam ve kamuoyu algısı ile nükleer, gezegenin temiz geleceğine önemli bir katkı sağlayabilir.