Nükleer için Finansman
Bültene Abone Olun
Abone ol
#269Eylül 2023

Nükleer için Finansman

içindekilere geri dön

Columbia Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Halkla İlişkiler Fakültesi’ndeki Küresel Enerji Politikaları Merkezi (CGEP), “Kritik Kopukluk: Karbonsuzlaştırma Modellerinde Nükleer Enerjiye Güvenmek ve İklim Finansmanı Taksonomilerinin Dışında Kalmak” başlıklı bir araştırma yayımladı. Araştırmanın ana fikrini, kurumsal yatırımcıların nükleer enerjiye yatırım yaparken, nükleer enerjinin karbondan arınmadaki önemli rolünün geniş çapta kabul edilmesine rağmen, bu yatırımları istemeyerek kabul etmeleri oluşturuyor

Nükleerin emisyonların azaltılması üzerindeki olumlu etkisinin küresel olarak kabul edildiğini gösteren birkaç örnekle başlayan araştırmada, geçtiğimiz temmuz ayında Avrupa Birliği’nin, yatırımcılara ve şirketlere hangi faaliyetlerin sürdürülebilir olup hangilerinin olmadığını belirlemede bir kılavuz görevi gören Taksonomi’de listelenen yeşil faaliyetlere nükleer enerjiyi de eklediğine yer veriliyor.

Daha sonra, Kanadalı bir kamu hizmeti şirketi olan Ontario Power Generation’ın, gelirlerinin kullanımına nükleer enerjiyi de dahil eden yeşil tahviller ihraç etmesinden ve tahvillere altı kat fazla talep gelmesinden bahsediliyor.

Araştırmaya imza atanlar, Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) İcra Direktörü Fatih Birol’un Kasım 2022’de Şarm El-Şeyh Taraflar Konferansı’nda (COP27) nükleer enerjinin geri dönüş yaptığını söyleyen sözlerine de değiniyor.

Ancak, küresel sistemik açıdan önemli 30 bankanın yeşil ve sürdürülebilir tahvil çerçevelerini inceleyen araştırmacılar, hiçbirinin nükleer enerjiyi sürdürülebilir finans sınıflandırmalarına açıkça dahil etmediği veya tahvillerin dahil edilip edilmediği konusunda açık olmadıkları sonucuna varıyorlar. Çalışmada, “Nükleer enerjinin küresel ekonominin derinlemesine karbondan arındırılma faaliyetlerini desteklemedeki potansiyel kritik rolüne rağmen, iklim finansmanı sınıflandırmalarının dışında bırakılıyor ya da sınıflandırmalar bu konuda belirsiz. Bu nedenle, nükleer enerjinin yeşil ve sürdürülebilir olarak kabul edilip edilmeyeceği bölgeler ve kurumlar arasında büyük farklılıklar göstermektedir” ifadelerine yer veriliyor. Küresel sistemik öneme sahip 30 bankanın %57’si nükleer enerjiyi yeşil veya sürdürülebilir finansman sınıflandırmalarının dışında tutarken, %40’ı nükleer enerjiyi dahil etme veya hariç tutma konusunda sessiz kalıyor. Nükleer enerjiyi yeşil veya sürdürülebilir finansman sınıflandırmalarının dışında tutan bankalar arasında JP Morgan, Citi, HSBC, BNP Paribas, Bank of China, China Construction Bank, Deutsche Bank, Goldman Sachs ve diğerleri yer alırken, Bank of America, Barclays, Mitsubishi UFJ, Ziraat Bankası, Crédit Agricole, ING Bank, Morgan Stanley, Royal Bank of Canada ise konuya yönelik açık bilgi vermiyor.

Araştırmacılar, yatırım bankalarının stratejilerinin ülkenin bulunduğu bölgeye bağlı olduğunu gösteren bir yaklaşım bulamadı.

Almanya ve ilginç biçimde Fransa, AB Taksonomisi nükleer enerjiyi içermesine rağmen, nükleer enerjiyi, son dönemdeki yeşil tahvil ihraçlarından elde edilen gelirlerin izin verilen kullanımlarının dışında tutmuştu. Ancak AB Taksonomisine göre yeşil sayılacak projelerin birçok koşulu karşılaması gerektiği de bir gerçek. Örneğin, yeni bir tesisin 2045’ten önce inşaat izni alması ve radyoaktif atıklarını 2050 yılına kadar imha etmeyi planlayan bir ülkede bulunması gerekiyor. Mevcut nükleer santrallerin ömrünü uzatma projeleri ancak 2040 yılından önce başlatılabilecek. Öte yandan, Électricité de France, Fransa’da nükleer enerjinin ulusal düzeyde “yeşil” olarak değerlendirilmemesine ve devlet tahvillerinden elde edilen gelirlerin nükleer enerji gelişimini finanse etmek için tahsis edilememesine rağmen, nükleer enerjiyi kendi yeşil tahvil çerçevesine dahil etti.

Araştırmaya göre, Birleşik Krallık Hükümeti’nin yeşil finansman çerçevesi de 2021’den itibaren nükleer enerjiyi açıkça dışlıyor. Üstelik bu durum, Birleşik Krallık ulusal enerji stratejisinin 2030 yılına kadar 8 reaktör ünitesinin inşa edilmesini öngörmesine rağmen gerçekleşiyor. Bunun nedeni, birçok “sürdürülebilir” yatırımcının nükleer enerjiyi dışlayan kriterleri kabul etmesi.

Asya’da Endonezya ve Hindistan (yine şaşırtıcı bir şekilde!) nükleer enerjiyi taksonomilerinden çıkarmışlardı. Buna karşılık Çin, 2021’de ülkenin düzenleyicilerinin sürdürülebilir olduğunu düşündüğü sektörler listesine nükleeri de dahil etti. Güney Kore ise Eylül 2022’de nükleer enerjiyi K-Taksonomisine dahil etti. Dünya Bankası da dahil olmak üzere kalkınma bankaları gibi derin kesimler, nükleer enerjiyi kendi taksonomilerinin dışında tutuyor. Ayrıca, 121 trilyon ABD dolarından fazla varlığı temsil eden 5.300’den fazla yatırım ve varlık yöneticisi tarafından imzalanan BM Sorumlu Yatırım İlkeleri (PRI), nükleer enerjinin AB Taksonomisine dahil edilmesini eleştirmektedir. Yaygın olarak kullanılan yeşil tahvil ilkelerini tanımlayan Uluslararası Sermaye Piyasaları Derneği (ICMA) de uygun yeşil projeler listesine nükleeri dahil etmemişti.

Çalışmanın yazarları, yönetilen sürdürülebilir yatırım varlıklarının 2021 sonunda 35 trilyon ABD dolarına ulaştığını ve 2025 yılına kadar 50 trilyon ABD dolarına çıkmasının beklendiğini tahmin ediyor. “Sürdürülebilir yatırımlar için öngörülen muazzam büyüme ve devam eden ivme nedeniyle, nükleer enerji muhtemelen bu sermaye havuzuna erişebilmekten fayda sağlayacaktır” ifadelerini kullanan araştırmacılar, yatırımcıların nükleer enerjiye bakışını iyileştirmek için, iklim taksonomileri geliştiren grupların kamu hizmeti şirketleriyle gezegenin karbonsuzlaştırılmasındaki rolleri hakkında konuşmalarını öneriyorlar.

Bu öneri her ne kadar cesaret verici olsa da kamu hizmetlerinin bazı enerji projelerinde yatırımcı olması engeliyle karşılaşıyor. Küçük modüler reaktör (SMR) inşa eden NuScale Power buna bir örnek. NuScale’in hisseleri 24 Ağustos 2022’de 15,32 ABD dolarından 31 Ağustos 2023’te 5,97 ABD dolarına düşerek neredeyse üçte iki oranında değer kaybettiğinden, yatırımcıları geçtiğimiz yıl içinde giderek daha fazla hayal kırıklığına uğramış görünüyor.

Para nereden bulunacak?

Finans kuruluşlarının endişelerine rağmen nükleer enerji endüstrisi büyüyor. Temel finansman kaynaklarının kamuya ait olduğu görülüyor. Finansman miktarları değişiklik gösterse de nükleer alanda önde gelen ülkeler Rusya, Çin, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri, nükleer programlarının geliştirilmesi için yatırım yapmaya devam ediyor. Örneğin Çin, 2021 yılında 15 yıl içinde 150 reaktör inşa edeceğini açıkladı. İlk tahminlere göre bunun için yaklaşık 440 milyar ABD doları gerekecek. ABD’nin planları ise çok daha mütevazı. Önümüzdeki beş yıl içinde 6 milyar ABD doları yatırım yapılması öngörülüyor. Bu miktarın 1,1 milyar doları Diablo Canyon Santrali’nin ömrünü uzatma programını finanse etmek üzere verildi. Fransa, 2030 ulusal yatırım planı kapsamında yenilikçi nükleer reaktörlerin geliştirilmesini ve piyasada “yeni oyuncuların” ortaya çıkmasını desteklemek için yaklaşık 1,2 milyar avro olmak üzere nükleer teknoloji için daha da az para ayırdı.

Rusya’ya gelince, Rosatom üst üste iki yıldır, Rusya Merkez Bankası’nın 2022 yılı ortalama döviz kuru üzerinden (ABD doları başına 68,48 ruble) yaklaşık 14,6 milyar ABD dolarına denk gelen yıllık 1 trilyon Ruble’nin üzerinde yatırım yapıyor. Elbette bu para sadece nükleer enerji santrallerinin inşasını finanse etmek için kullanılmıyor, aynı zamanda nükleer endüstri ve genel olarak nükleer toplum için de harcanıyor.

Uluslararası Nükleer Altyapı Bankası (IBNI) potansiyel olarak küresel nükleer endüstri için bir finans kaynağı haline gelebilir. Bankanın başlangıçta nükleer enerjinin geliştirilmesiyle ilgilenen 50 ülkeyi bir araya getirmesi öngörülüyor. IBNI Başlangıç Raporu ve Eylem Planında, “IBNI’nin 2023 yılı başlarında kurulması ve Üye Devletlerin (en az 50 egemen hükümetten oluşan bir koalisyon) başlangıçta 50 milyar ABD doları tutarında hissedar sermayesine katkıda bulunması (bunun %50’si veya 25 milyar ABD doları ödenmiş, %50’si veya 25 milyar ABD doları ise ihbarlı sermayeyi temsil edecektir) bekleniyor” ifadelerine yer veriliyor. Belgeye göre, hissedar sermayesi en iyi senaryoda önümüzdeki 30 yıl içinde başlangıç seviyesinden 300 milyar ABD dolarına yükselebilir ve banka 26 trilyon ABD doları değerindeki yatırımlar için bir katalizör haline gelebilir. Bankanın girişimleri için 2022 yılı başında kurulacak olan IBNI Uygulama Organizasyonu’nun bir araç olması planlandı.

Ancak, dünya genelinde yaşanan büyük siyasi değişimler nedeniyle IBNI’nin kurulması fikri önce dururken, sonra büyük ölçüde dönüştü. Banka artık kulüp benzeri bir formata sahip. IBNI yönetim kurulu üyesi Elina Teplinsky, Energy Intelligence’a verdiği demeçte şunları dile getirdi: “Bankayı kurma çabalarına öncülük edecek ilk grubun potansiyel olarak yedi ülkeden, yani ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, Japonya, [Güney] Kore ve BAE’den ibaret olduğunu görüyoruz.” Katılımcı ülkelerin yatırım yapacağı 5 milyar ABD doları ile hissedar sermayesinin kaynakları ve miktarı da değişti. IBNI Stratejik Danışma Grubu Başkanı Daniel Dean’in de söylediği gibi, banka özel yatırımcılardan 25 milyar dolar daha almayı umuyor. Bankayı destekleyen ortak bir bildirinin aralık ayında BAE’de düzenlenecek olan COP-28’de imzalanması bekleniyor.

IBNI ile ilgili sorunun, kamu yatırımlarının kaynaklarının çok net olmamasından kaynaklandığı görülüyor. Yukarıdaki rakamlardan da görülebileceği gibi, potansiyel IBNI Üye Devletlerinin ulusal nükleer projeleri için bile çok az paraları varken, ABD’nin ulusal borcu 32 trilyon dolara ulaştı. Dolayısıyla ortada net bir soru var. IBNI hangi ülkelerdeki projeleri finanse edecek? Üye Devletlerdeki projeleri mi? Ancak çalışmanın da gösterdiği gibi, büyük kurumsal yatırımcılar nükleer enerjiye doğrudan yatırım yapma konusunda ayak sürüyorsa, neden bir banka aracılığıyla yatırım yapma fikriyle ilgilensinler ki? Üçüncü ülkelere yatırım yaparlarsa, başka sorunlar ortaya çıkacak. Özellikle teknolojik ortaklıklarda rol dağılımı sorunu bazı projelerde doruğa ulaşacak. Amerikan Westinghouse ile Güney Koreli KEPCO arasındaki anlaşmazlık, bunun IBNI’nin potansiyel kurucuları için sancılı bir konu olacağını kanıtlıyor. Westinghouse, Güney Kore’nin APR-1400 projesini lisanssız olarak değerlendirmiyor ve Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Suudi Arabistan’da bu tür reaktörlerin inşa edilmesine yönelik anlaşmaların yasaklanmasını istiyor.

Özel ya da daha doğrusu bireysel yatırımlar esasen bir nükleer güç santralinin (sadece küçük kapasiteli de olsa) inşası için finansman kaynağı haline gelebilir. Bunun dünya çapında bir örneği, sodyum soğutmalı hızlı reaktörlü bir SMR projesi geliştiren Bill Gates. Ancak uygulamaların da gösterdiği gibi, hayata geçirilebilir bir nükleer güç santrali inşa etmek kolay bir iş değil. Şirketin eylül ayında inşaat lisansı için düzenleyici kuruma (NRC) başvuramayacağı geçen ağustosta belli oldu. Son başvuru tarihi Mart 2024’e ertelendi. Bununla birlikte, reaktörün üretim maliyeti ilk tahminlere göre iki katına çıkabilir. Bu pilot projeler için olağan bir durum olsa da yatırımcının pek de hoşuna gitmeyebiliyor.

Gerçek şu ki, nükleer teknolojinin gelişimini finanse etmeye şu ana kadar sadece hükümetler hazır. Rusya, nükleer enerji alanında dünyanın en büyük yatırımcılarından biri. Rosatom, ortaklarına hem denenmiş ve kanıtlanmış çözümler sunuyor hem de yenilerini geliştirip test ediyor. Bu konuda daha fazla bilgi için Reaktör Teknolojileri bölümümüze bakabilirsiniz.