Enerji Güvenliği için Nükleer
içindekilere geri dönGeçen yılın kasım ayında, mevcut enerji piyasasının 50 yıl önce nükleer enerjinin, enerji piyasası şoklarına karşı bir koruma olarak algılanmaya başladığı 1973 Petrol Krizinde dünyanın karşı karşıya kaldığı duruma çok yakın olduğunu yazmıştık. Yaptığımız bu tahminde haklı çıktık.
Geçmiş koşulların kıyaslanması
Yarım asır önce küresel ekonomi, başta petrol olmak üzere enerji kaynaklarının yoğun şekilde tüketiminden kaynaklanan yüksek enflasyonlu bir ekonomik patlama ile karşı karşıya kalmıştı. ABD’deki petrol sondaj platformları tam kapasiteyle çalışırken, ülke bir yandan da petrol ithal ediyordu.
IMF verileri, küresel ekonominin 2021’in ikinci yarısında Haziran tahmininin 0,3 puan üzerinde %5,9’luk bir büyüme kaydederek hızla büyüdüğünü ortaya koydu. Doğal gaza olan talep artarken, bunun neticesinde gaz fiyatları da artıyordu. Ocak 2021’de 1.000 metreküp başına 200 ABD Doları civarında dengelenen Hollanda merkezli sanal doğal gaz ticaret noktası TTF’de işlem gören gazın fiyatı Ekim 2021’de 1.389 ABD Dolarına yükselirken, yıl sonunda 1.000 metreküp başına 781 ABD Doları idi.
1973 yılında yaşanan savaş krizi petrol fiyatlarının yükselmesine neden olurken ABD’nin Yom Kippur Savaşı’nda İsrail’i desteklediğinin kamuoyuna duyurulmasının ardından OPEC ülkeleri, Mısır ve Suriye, ABD ve müttefiklerine petrol ithalatına ambargo koydu ve o yıl petrol fiyatları yüzde 600 arttı.
2022’de Rusya’nın gaz sevkiyatını ve ödemeleri karmaşık hale getiren yaptırımların ardından gazın fiyatı hızlı bir şekilde artarak 1.000 metreküpte 3.300 ABD dolarını aştı. 50 yıl önceki petrol gibi, doğal gaz da artık enerji, ekonomik ve siyasi gündemin üst sıralarında yer alıyor.
Bugün yaşanan durumu yarım asır önceki durumla karşılaştırırken, o dönemde nükleer enerjinin kriz çözme araçlarından biri olarak görüldüğünü not etmiştik. ABD, Japonya ve Fransa’da nükleer santrallerin aktif inşaatı başladı. Söz konusu bu ülkelerin hamleleri başarılı oldu ve nükleer santraller, tedarik zinciri kesintilerinden kaynaklanan mevcut enerji krizi sırasında bu ülkelerin enerji güvenliğine belirgin bir katkı yaptı. Enerji kaynaklarının kıtlığı altında, Finlandiya, Macaristan, Bulgaristan, Çekya ve Slovakya gibi ülkeler, Sovyet ve sonrasında Rus mühendisler tarafından inşa edilmiş nükleer kapasiteleri olmadığı duruma göre daha güvenilir işleyen bir enerji sistemlerine sahip. Nükleer enerjinin karşısındaki en çetin muhalif Almanya bile, enerji endüstrisini desteklemek ve doğal gaz alımının artmasını önleyecek şekilde elektrik fiyatlarını bir nebze olsun düşürmek amacıyla çalışan son üç reaktörünün kapatılması yönündeki kararını Nisan 2023 tarihine (bu reaktörlerin 2022 yılının sonuna kadar kapatılması planlanıyordu) ertelemek zorunda kaldı.
Bundan tam bir yıl önce, yaşanan enerji krizinin nükleer enerjiye olan ilgiyi canlandırıp canlandırmayacağı konusunu irdelemiştik. Bu yöndeki yorumlarımızda haklı çıktık. Rusya Enerji Haftası’nda konuşan IAEA Genel Müdür Yardımcısı Mihail Chudakov, jeopolitik durumun ve yaptırımların neden olduğu krizin ve Avrupa ve diğer birçok ülkede hidrokarbon arzındaki kesintilerin nükleer enerjiye olan ilginin hızla artmasının ardındaki kilit faktörler olduğunu ifade etti. Yaşanan kriz, günlük yaşamda da etkisini gösteriyor. IAEA’nın merkezinin bulunduğu Avusturya’da gaz faturaları üç katına, elektrik faturaları ise 2,6 katına çıktı.
Nükleer enerjiye yeni ilgi
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), yenilenebilir enerji kaynaklarından medet umuyor. En son yayınlanan Dünya Enerji Görünümü Raporunda, “Avrupa Birliği’nde yenilenebilir enerji kaynaklarının daha hızlı konuşlandırılması ve verimlilik yönündeki iyileştirmeler, bu on yılda AB’nin doğal gaz ve petrol talebini %20, kömür talebini ise %50 oranında azaltıyor. Bir başka ifadeyle, Rus gazının da ötesinde yeni ekonomik ve endüstriyel avantaj kaynakları bulma ihtiyacı nedeniyle hızlandırılan acil bir ilave girişime ihtiyaç var” ifadelerine yer veriliyor. Çalışılan tüm senaryolarda nükleer enerjinin payı sabit kalmaktadır.
Ancak uzmanlar arasında, yenilenebilir enerji üretimindeki artışın durumu iyileştiremeyeceğine dair bir görüş bulunuyor. Rus Ekonomi Okulu misafir profesörü Alexander Malanichev, konuya ilişkin şunları söyledi: “Önümüzdeki 10 yıllık süreçte petrol fiyatları yüksek seyretmeye devam edecek. Gaz fiyatları ise 2025 yılına kadar çok daha yüksek seviyelerde olacak. Yeşil enerji verimliliğini artırmaya yönelik teknoloji potansiyeli düz bir grafik çiziyor çünkü S eğrisine sonsuza kadar güvenmek imkânsız ve bu noktada elektrikli araçların verimliliğinin daha da arttırılması çok da kolay değil. Bu nedenle mevcut ekonomiler, nükleer enerjinin güvenilir bir güç kaynağının temeli olarak hizmet ettiği bir nükleer rönesans yaşayacak.”
Eylül ayında düzenlenen IAEA Genel Konferansı’nda, rekor sayıda denebilecek sayıda, yani 50 ülke, ulusal nükleer programlara başlama gereğine ilişkin açıklamalarda bulundu. Hemen hemen bütün Avrupa ülkeleri nükleer enerjiyi destekledi. 32 ülke, henüz inşa edilmemiş nükleer tesisler için gerekli altyapıyı kurmaya devam ediyor. IAEA, gelişmekte olan nükleer ülkelerle yakın temas halinde kalarak altyapı incelemelerini yürütüyor.
REW Forumu’nda konuşan Mikhail Chukadov, şunları ifade etti: “Bu yıl ve geçtiğimiz yıl, nükleer büyümeye yönelik artan bir ilgi olduğunu gördük. İyimser senaryomuza göre 2050 yılına kadar 873 GW kurulu güç olacak.” IAEA verilerinde, dünya çapındaki nükleer santrallerin mevcut toplam kurulu gücü 382,8 GW olarak geçiyor.
İlgi çekecek birkaç örnek:
Belarus, ulusal ekonomide artan elektrik tüketimi nedeniyle reaktör sayısını artırma olasılığını değerlendiriyor. Rus Enerji Haftası’nda konuşan Belarus Enerji Bakanı Mihail Karankeviç, “Rosatom ile iş birliğimizin iyi bir geleceği olduğuna inanıyorum” dedi.
Mısır’da El Dabaa Nükleer Santrali için ilk VVER-1200 reaktörünün inşasına yönelik kapsamlı çalışmalar devam ediyor. Reaktörün temeli geçtiğimiz temmuz ayında atıldı. Ekim ayının sonlarında, ulusal nükleer gözlemci, ikinci reaktör ünitesi için bir inşaat ruhsatı verdi.
Ağustos 2022’de tam da gaz fiyatları zirve yaptığında, Slovakya Düzenleme Kurumu ÚJD SR, Mochovce 3 için bir işletme ve yakıt yükleme ruhsatı verdi. Daha öncesinde, reaktörün operasyonel hazırlığı, Aralık 2016’dan beri idari inceleme altındaydı. Geçtiğimiz eylül ayında ikmali yapılan nükleer yakıtla, reaktör Ekim ayı sonlarında başarıyla çalıştı.
Yine Ekim ayı sonlarında Polonya, ülkenin ilk nükleer santralinin inşası için teknoloji satıcısı olarak ABD şirketi Westinghouse’u seçti. Aynı gün, Polonyalı şirketler ZE PAK ve PGE (Polska Grupa Energetyczna), Kore Hidro & Nükleer Enerji ile başka bir nükleer santral inşasında iş birliği için bir niyet mektubu imzaladı. Polonya anlaşmaları hakkında daha fazla ayrıntıyı burada bulabilirsiniz.
Hayali ortak
Nükleer santral inşaat projesi her şeyden önce Amerikan ekonomisine para kazandıracak ve yeni istihdam yaratacaktır. ABD Enerji Bakanı Jennifer Granholm, Twitter hesabından şunları paylaştı: “Polonya, Amerikalı işçiler için 100.000’den fazla iş yaratan veya sürdüren 40 milyar dolarlık nükleer projesinin ilk kısmı için ABD hükümetini ve Westinghouse şirketini seçti.”
Amerikan şirketinin projeyi tek başına yerine getirip getiremeyeceği konusu belirsiz. Bu belirsizliğin iki nedeni var. Bunlardan birincisi, Westinghouse şirketi gereken nükleer inşaat yeterliliğine sahip değil; ikincisi, şirketin reaktör üretme ve tedarik etme kapasitesi de yok.
Şirket, V.C. Summer ve Vogtle isimli iki ABD nükleer santralinde dört reaktör inşa etme konusunda başarısız olurken, 2017’de bütçesinin ve programının tükendiğini itiraf etti. Sorunlar şirketin finansal istikrarını baltalarken, Westinghouse iflas etti. V.C. Summer santralindeki iki reaktörün inşaatı askıya alınırken, ABD’de yapım aşamasında olan tek nükleer istasyon olan Vogtle Elektrik Üretim Santrali’nde Westinghouse bir EPC yüklenicisi olarak hareket etti, ancak santral için gereken reaktörler Koreli şirket Doosan tarafından üretildi.
Bu nedenle, Westinghouse’a “teknoloji satıcısı” denildiğinde gerçekte ne kastedildiği tam olarak açık değildir. Amerikan şirketinin bir dizi belge aktaracağını, müşteriye danışacağını ve örneğin Polonya fabrikası için I&C gibi belirli bileşenleri tedarik edeceğini varsayabiliriz. Reaktörü kimin üreteceği henüz bilinmiyor.
Polonya’nın Koreli şirketlerle ortaklığının görünümü de kesin değil, ancak bu konuda başka nedenler var. Ekim ayında Westinghouse, ABD federal mahkemesinde KHNP ve KEPCO’ya karşı dava açtı. Amerikalı şirket, Güney Kore’nin ihraç ettiği bir reaktör olan APR-1400 reaktörünün System 80 çözümlerini kullandığını iddia ediyor. Bu, Combustion Engineering tarafından geliştirilen ve 2000 yılından beri Westinghouse’un bir parçası olan basınçlı su reaktörüdür. Dava, iki Koreli şirketi Westinghouse’dan APR-1400 reaktörlerinin inşası için izin almaya mecbur etmeyi amaçlamaktadır, bu da doğrudan yangına neden olabilir. Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Suudi Arabistan’da bu reaktörlerin inşaatına yasak getirildi. Koreli şirketler, Westinghouse’un taleplerine katılmıyor.
Rusya’nın sürdürülebilir enerjiye katkısı
Rusya, nükleer teknoloji ihracatı konusunda liderliği ABD’nin elinden aldı. IAEA Genel Direktörü, ABD’deki Carnegie Foundation’da düzenlenen bir konferansta yaptığı konuşmada bundan bahsetmişti: “Bunun Amerika için bir meydan okuma olduğunu düşünüyorum. ABD geleneksel olarak liderdi, bu liderliği kaybetti ama Enerji Bakanı’nın bu liderliği yeniden kazanmak istediğini söylediğini duydum.”
İstatistikler, Rosatom’un nükleer teknoloji pazarının lider oyuncusu olduğunu ve nükleer yakıt, reaktör ve inşaat teknolojilerinde geniş yetkinliğe sahip olduğunu ortaya koyuyor. AtomEnergoProm’un 2021 Yıllık Raporu, Rusya’nın, uranyum üretiminin %15’ini, nükleer yakıt zenginleştirmenin %38’ini ve nükleer yakıt tedarikinin %17’sini gerçekleştirdiğini rakamlarla gösteriyor. Rosatom ayrıca dünya çapında yapım aşamasında olan en fazla sayıda nükleer reaktöre sahiptir.
Pazar liderliği elbette tek başına bir anlam ifade etmez. Rusya, dünyanın her yerindeki uluslara temiz, sürdürülebilir ve enerji açısından güvenli bir geleceğe katkıda bulunma fırsatı sunuyor.
REW Forum’da konuşan Mikhail Chudakov, diğer enerji kaynaklarının gereken karbondan arındırma hızı ve enerji güvenilirliğini sağlama konusunda yetersiz kalacağı için, net sıfır karbon hedefine ulaşmak için planlanandan daha fazla nükleer istasyon inşa edilmesi gerektiğini ifade etti. Azalan ve kuruyan su rezervleri ve gerileyen elektrik üretiminin gölgesinde hidroelektrik santraller, iklim değişiklikleri nedeniyle güvenilir bir elektrik kaynağı olmaktan çıkıyor. Rüzgâr ve güneş santralleri ihtiyaca cevap verme noktasında yetersiz kalırken, oldukça geniş alanları kaplıyor ve düşük bir kullanım faktörüne sahip, bu nedenle endüstriyel tesislere güvenilir enerji sağlamaları mümkün değil. Ayrıca, rüzgâr ve güneşin eksikliğini telafi edecek yüksek kapasiteli piller henüz geliştirilmiş değil.
Son olarak nükleer enerji, fiyatlandırma istikrarı sayesinde sadece iklime değil aynı zamanda ekonomik hedeflere de katkıda bulunuyor. Yakıtın toplam maliyetin %80’ini oluşturabildiği fosil yakıt santrallerinin aksine, nükleer santrallerde üretilen enerjinin maliyetinde yakıtın payı %5 kadar azdır. Bu nedenle nükleer yakıt fiyatındaki değişimlerin nükleer santrallerden sağlanan elektriğin fiyatı üzerindeki etkisi çok düşüktür. Ayrıca, uzun yakıt döngüleri ve birkaç yıl önceden nükleer yakıt satın alma imkânı, alıcıları siyasi veya ekonomik istikrarsızlıktan kaynaklanan kısa vadeli fiyat dalgalanmalarından da korur. Bu sayede, enerjide kendi kendine yeterliliğin ve sonuç olarak siyasi bağımsızlığın en az 60 yıl süreyle güvence altına alınması sağlanır (söz konusu Rus tasarımı reaktör olmak şartıyla). Bu anlamda Rosatom, nükleer üretim teknolojisinden ziyade enerji güvenliği ve siyasi bağımsızlık ihraç etmektedir.
Öte yandan, planlanan nükleer kapasitenin inşası da kolay bir süreç değildir. Ülkelerin önümüzdeki 30 yıl içinde 3 trilyon ABD doları, bir başka ifadeyle önceki 30 yılda yaptıkları yatırımın (0,5 trilyon ABD doları) altı katı kadar yatırım yapması gerekiyor. Her yıl devreye giren reaktörlerin sayısı da 3 ila 4 kat artmalıdır. Mikhail Chudakov, “bu hedefin, siyasi irade ve kamuoyu desteği sayesinde ulaşılabilir bir hedef olduğunu” ifade ediyor. Buradaki temel mesele, siyasi iradenin ne yönde olacağı konusudur.