Beşi Birlikte Rosatom’a Karşı
içindekilere geri dönJaponya’nın Sapporo kentinde düzenlenen G7 Nükleer Enerji Forumu’nda beş ülke nükleer sektörde Rusya’ya karşı koyma konusunda anlaşmaya vardı. Nükleer yakıt tedarik zinciri birçok ülke arasında dağılmış olduğundan bu ittifak çok da güçlü görünmüyor. Söz konusu beş ülkenin çabaları ters tepeceği gibi rekabete getirilen kısıtlamalar fiyatları artıracağından kendilerine ve aynı zamanda gönüllü ve zoraki müttefiklerine de zarar verecektir.
Nükleer pazarda Rusya’ya karşı koyma eğilimi devam ediyor. Yeni anlaşmaya imza atan üye ülkeler tarafından yapılan ortak açıklamada, şu ifadelere yer verildi: “Kanada, Fransa, Japonya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri, bugünün faal reaktör filoları için istikrarlı yakıt tedarikini desteklemek, yarının gelişmiş reaktörleri için de yakıtların geliştirilmesini ve kullanılmasını sağlamak ve Rus tedarik zincirlerine bağımlılığı azaltmak amacıyla nükleer yakıtlar konusunda potansiyel iş birliği alanları belirlemiştir.”
Kesintiye uğrayan tedarik
Bu ülkeler anlaşmaya neden katıldı? Açıklamada, “Bu çok taraflı çaba, küresel bir ticari nükleer yakıt piyasası oluşturmak için her ülkenin sivil nükleer sektörlerinin sahip olduğu benzersiz kaynakları ve yetenekleri tanımayı ve bunlardan yararlanmayı amaçlayacaktır” deniyor.
Peki, bu gerçekte ne anlama geliyor? Bu, Rosatom’un aksine, hiçbir ülkenin nükleer yakıt üretim zincirindeki tüm halkalar üzerinde kontrol sahibi olmadığı anlamına geliyor. Fransa, İngiltere ve Japonya hiç uranyum üretmezken, ABD’deki uranyum üretimi en azından şimdilik ihmal edilebilir düzeyde. Ne Japonya ne de ABD henüz dönüşüm operasyonlarına sahip değil. Kanada’nın zenginleştirme kapasitesi yok. Zenginleştirilmiş uranyum yerine doğal uranyum kullanan ve farklı geometride yakıt demetlerine sahip olan Kanada’nın CANDU ve İngiltere’nin gaz soğutmalı reaktörlerinin yakıt düzenekleri basınçlı su reaktörleri için uygun değil. Açıkçası, yakıt demetlerini İsveç’te üreten ABD’nin de herhangi bir üretim kapasitesi bulunmuyor.
Dolayısıyla anlaşma, nükleer yakıt segmentinde Frankenstein’ın canavarını yaratmaya yönelik bir girişim gibi görünüyor. Tüm tedarik zincirinin tek bir ülkede kurulması ya imkânsız (Fransa ya da İngiltere’nin uranyum üretme ihtimali olmadığından) ya da son derece maliyetli olduğundan (ABD’de yeni zenginleştirme kapasitesi inşa etmek gibi), gelecekte de bu durumun devam etmesi muhtemel görünüyor.
Ancak Frankenstein’ın canavarı ile karşılaştırma yapmak ne kadar uygundur? Sonuçta, uluslararası üretim ve ticarette birden fazla ülkeye dağılmış bir tedarik zinciri oldukça yaygın.
Tarih, bu ‘tedarik zinciri canavarının’ şimdiye kadar sadece münferit parçalarının işlevsel olduğunu gözler önüne seriyor. Örnek olarak Kanada’dan ABD’ye zenginleştirilmiş uranyum oksit (yellowcake) sevkiyatı, PWR yakıt üretiminde ABD-Japon iş birliği (Mitsubishi Metal Corp 1958’den beri Westinghouse Electric teknolojisiyle zirkonyum alaşımı tüpler üretiyor), geçen yaz Fransa ve Japonya arasında Japon reaktörlerinden çıkan kullanılmış nükleer yakıtın yeniden işlenmesi için imzalanan sözleşme ve benzerleri verilebilir. Ancak, anlaşmanın tarafların her birini içeren tek bir tedarik zincirinin kurulduğu farz edilse bile, böyle bir zincirin kırılgan olacağı da söylenebilir, çünkü bu zincirin her bir ‘halkası’ sadece ortak hedefin değil, aynı zamanda mümkün olduğunca kendisi için de en iyi anlaşmanın peşinde olacaktır.
Zincirin kırılgan olmasının bir başka nedeni de zincirin halkalarının güvenilmez ya da öngörülemez davranışlarıdır. Örneğin, ABD 1959 yılında Kanada ile uranyum alım sözleşmelerini yenilememiştir. Benzer şekilde İngiltere de daha az uranyuma ihtiyaç duyacağını düşündüğü için uranyum almayı reddetti. Kanada hükümeti, rezervleri için 1974 yılına kadar yıllık ortalama 500 ton uranyum satın almak zorunda kalmıştır; bu rakam, arzın kısılmasından önce yılda 12.000 tondu. Daha yakın tarihli bir örnek ise Westinghouse. Şirket kötü yönetim nedeniyle iflas etmiş, çoğunluk hissedarı Japon Toshiba’yı neredeyse batırmış ve daha sonra işini yeniden yapılandırmak ve bazı varlıklarını satmak zorunda kalmıştır. Ortaklara yönelik bu zarar verici tutumun en son örneği Avustralya’nın dizel-elektrikli denizaltıların inşası için Fransa ile yaptığı sözleşmeyi iptal etmesidir. Bunun ardından Avustralya, nükleer denizaltılar inşa etmek üzere ABD ile yeni bir anlaşma imzalamıştır.
Güney Afrika’daki Koeberg Nükleer Güç Santrali bir talihsizlik yaşadı. Koeberg NGS’nin iki reaktörü Fransız Framatome şirketi tarafından inşa edilmiş ve yakıt tedarik edilmişti. 1990’larda Westinghouse, Koeberg NGS’ye yakıt tedariki için teklif vermeye karar verdi. Amerikalı üreticiden ilk yakıt teslimatı 2000 yılında santrale ulaştı. Yakıt tedarik lisansının süresi 2020’de doldu ve Güney Afrika ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki hükümetler arası anlaşma da geçtiğimiz aralık ayında sona erdi. Anlaşmayı uzatma girişimleri başarısız olurken, lisans geçici olarak yenilense de mevcut durumun istikrarlı olduğu söylenemez. Koeberg NGS sadece yakıt sevkiyatının askıya alınmamasını umuyor çünkü aksi takdirde nükleer santral kapanacak ve ülkedeki enerji krizi derinleşerek kesintilere yol açacak. Bu durum sadece yerel halk için değil aynı zamanda yerel madencilik şirketlerinin Batılı sahipleri için de önemli bir sorun teşkil ediyor. Enerji krizi, Güney Afrika’nın en büyük tedarikçilerinden biri olması nedeniyle bu yıl piyasada artan platin sıkıntısına katkıda bulundu.
Artan fiyatlar
Anlaşma elbette üye ülkelerdeki nükleer yakıt şirketlerine fayda sağlayacak. Üye ülkeler, siyasi destek ve potansiyel olarak iş geliştirme sübvansiyonları ve yeni sözleşmeler alacak. Ancak bu tür sözleşmeler, aynı üye ülkelerden ve onların siyasi müttefiklerinden olanlar da dâhil olmak üzere nükleer yakıt alıcıları için dezavantajlı olacak.
Bu yılın ilk sayısında Rus uranyumunun ABD piyasasındaki fiyatının ABD’li üreticilerin fiyatının yarısı ve piyasa ortalamasının bir buçuk katı seviyesinde olduğunu kaleme almıştık. Rus uranyumunu satın almayı reddetmek nükleer yakıt fiyatlarını arttırarak ABD’de nükleer enerji üretimini daha az rekabetçi hale getirmek anlamına geliyor. Doğal olarak bu durum ABD’de çok iyi anlaşılıyor ve bu nedenle Rosatom ile ABD’li kamu kuruluşları arasındaki pragmatik iş birliği medyadaki endişelere rağmen devam ediyor.
Batılı tedarikçilerin Rus uranyumuna kıyasla daha yüksek fiyatlar vermesi ise Bulgaristan’da endişe yaratıyor. Bulgaristan Sosyalist Partisi Yürütme Bürosu Sekreteri Borislav Gutsanov, konuya ilişkin şunları ifade etti: “Belene NGS projesinin askıya alınması ve projenin potansiyel Rus yatırımcılarla gerçekleştirilmesinin imkânsız hale gelmesi, Bulgar vergi mükelleflerinin yaklaşık 4 milyar Euro’sunu donduracak, öyle değil mi? Belene NGS’yi hem Avrupalı hem de Rus yatırımcıların katılımıyla inşa etmek ne kadara mal olurdu? Yaklaşık 10 milyar Avro. Peki bir önceki parlamentonun onayladığı Westinghouse ile olası iş birliği ne kadara mal olacaktı? Yaklaşık 30 milyar Avro. Aradaki fark çok açık… Kimin çıkarlarını koruduğumuzu bilmem kaçıncı kez soruyorum: Bulgaristan’ın mı yoksa bir başkasının mı?”
Dolayısıyla fiyat artışı piyasa ve siyasi faktörlerin birleşiminden kaynaklanıyor. Önemli bir tedarikçinin pazardan kısıtlanması, ilgili pazar segmentlerinde bir kıtlık yaratır; sonuç olarak alıcılar daha fazla alım yapacak ve kalan tedarikçiler rekabet azaldıkça fiyatları yükseltecek. Onları ne engelleyebilir? Tüm dünya bu tür kısıtlamaların hidrokarbon piyasasındaki etkilerini 2022 yılında Rusya’dan gelen tedarikin yaptırıma tabi tutulmasının ardından gördü. Ancak nükleer yakıt piyasasında da bir çılgınlık ve talep artışı yaşandı. Urenco CEO’su Boris Schucht, siparişlerin 2022’de %24, 2023’ün ilk çeyreğinde ise %10’dan fazla arttığını belirtti.
Piyasa davranışının özellikleri
Üye ülkeler Rusya’yı nasıl izole etmeyi planlıyor? Anlaşmayı kaleme alanlar bunu, “Sivil nükleer teknoloji, ekipman veya malzemelerin tedariki yürürlükteki yerel yasalara, yönetmeliklere ve uluslararası anlaşmalara tabi olacaktır” şeklinde açıklıyor. Anlaşma ayrıca ‘üçüncü ülkelere’ teslimat yapılmasını da öngörüyor. Yüksek sesli ancak muğlak ifadeler olmasa bile, bunların öncelikle Doğu Avrupa ülkelerine atıfta bulunduğu açık. Bunlar arasında Ukrayna (Şubat ayında Cameco ile zenginleştirilmemiş hekzaflorür tedariki için 10 yıllık bir sözleşme imzaladı), Bulgaristan (Kozloduy NGS’ye nükleer yakıt tedariki için nisan ayında Cameco, Urenco ve Westinghouse ile sözleşme imzaladı) ve Çek Cumhuriyeti (Westinghouse ve ČEZ mart ayında bir sözleşme imzaladı) yer alıyor.
Westinghouse’un yakıt teslimatının önümüzdeki yıl başlayacağını açıklamasına rağmen, VVER-440 reaktörleri için yakıt tedarikçisi olarak Rosatom’a bir alternatif olmadığını belirtmekte fayda var. Ancak ABD’li şirket bile Rus yakıtını ikame etmenin yedi yıl alacağını kabul etti. Dolayısıyla yakıtın yeniden yüklenmesi en erken 2030 yılında başlayabilir. Kayıtlara geçmesi için şunu belirtmekte fayda var, Westinghouse’un Ukrayna’da VVER-1000 yakıt gruplarının üretimine başlaması 14 yıl (alternatif yakıta karar verildiği andan ilk yakıt grubunun yeniden yüklenmesine kadar geçen süre) ya da 10 yıl (mühendislik çalışmalarının başlamasından itibaren) sürdü. Yakıt gruplarının güvenliğini etkileyen kusurların giderilmesi için beş yıl daha harcandı.
VVER-440 reaktörlerinin 1970’lerde ve 1980’lerde Avrupa’da inşa edildiği de vurgulanmalı. Bunlar Rus tasarımı çok iyi reaktörlerdir; hizmet ömürleri uzatılmıştır, ancak sonsuz değildir. 2030-2045 yıllarında hizmet dışı bırakılacaklar. Bu da alternatif yakıtın en fazla 5 ila 15 yıl süreyle tedarik edileceği anlamına geliyor. Bu süre zarfında tedarikçinin geliştirme maliyetlerini karşılaması ve planlanan kârı elde etmesi gerekecektir. Siyasi nedenlerle daha uygun fiyatlı, güvenilir ve kullanımı kolay Rus yakıtını almayı reddeden tüketicilere ancak sempati duyabiliriz.
Elbette en büyük endişe, alternatif yakıtın, özellikle de Rus yakıt tertibatlarıyla ne kadar güvenli (çekirdekteki yakıt bir defada değil, gruplar halinde değiştirilir) olacağıdır. Yakıt üreticileri ve santral operatörleri her reaktör için reaktör çekirdeği parametrelerini yeniden hesaplamak zorunda kalacaktır. Bu kolay bir süreç değildir, bunu sadece birkaç kişi yapabilir ve önemli riskler barındırır. Bir kaza meydana gelmesi halinde suçun alternatif yakıt üreticilerinde olacağı açıktır. Bu nedenle politika ve piyasa rekabeti hiçbir şekilde nükleer güvenliğin önüne geçmemelidir.
Rosatom, ittifakın yarattığı risklerin farkındadır ve çıkarlarını koruyacaktır. Rus nükleer şirketi büyümeye, ilişkiler kurmaya, ortaklıklar oluşturmaya, çeşitli ülkelerle iş birliğini derinleştirmeye ve genişletmeye, hâlihazırda test edilmiş en iyi çözümleri sunmaya ve nükleer enerji, enerji dışı ve nükleer olmayan segmentler için yeni çözümler geliştirmeye devam ediyor. Rosatom, ev sahibi ekonomilere güç sağlayan temiz ve güvenilir nükleer santraller inşa ediyor, nükleer bilim merkezleri kuruyor ve donatıyor, tıbbi izotoplar ve radyofarmasötikler üretiyor ve eski santralleri ve tesisleri zararlı maddelerden arındırarak çevreye özen gösteriyor. Gezegenin ve üzerinde yaşayan insanların iyiliği için normalde yapılması gereken de budur. Bu kapsamda bize katılmak isteyen de pek çok kişi bulunuyor.